Yüce Yöney – Mars’ta su var mı, su?..

MDN İstanbul
Mars

Üzerinde varolduğumuz dünyayı da yok ediyoruz, birbirimizi de. Kurduğumuz medeniyet öylesine tahripkar ki sonuçları şimdiden görülüyor. Mars’ta yeterince su olsa istiyor insan ama kendimizi de yanımızda götürdükten sonra ne fayda!

Yakın zamanda yazıldı. Bazı insanların hemen hemen yaşadıkları her günü ayrıntılarıyla hatırlaması üzerine bir yazı. Yıllar süren araştırmaların ardından nörologların bunun nasıl mümkün olduğunu anlamaya başladığını anlatıyor. Üstün bir hafıza; hayat içinde yaşadığımız onca şeyi ayrıntılarıyla hatırlamak, sürekli okunan bir anı defteriyle birlikte yaşamak anlamına gelebilir. Kuşkusuz birçok avantajı olmasına rağmen insan gerçekten isteyebilir mi bunu? Hele günümüz dünyasında yaşıyorsa…
Mesela modern zamanların en büyük insan göçlerinden birinin yaşandığı günümüzde kıyılara vuran bebek cesetlerini hatırlamak ister miyiz? Ülkemiz dahil her yerden gelen çocuk ölümlerini hatırlamaya, hep hatırlamaya ne kadar dayanırız?

İran ya da Avrupa…
Uluslararası Af Örgütü yakın zamanda yaptığı bir açıklamada, İran’da son 10 yılda 18 yaşın altında 73 kişinin idam edildiğini bildirdi. İran’da hala yürürlükte olan yasaların kızlarda dokuz, erkeklerde 15 yaşından büyüklerin idam edilmelerine imkan tanıdığını vurgulayan örgüt, İran’ın aynı zamanda Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni imzaladığını, 1994’te de parlamentosunun sözleşmeyi onayladığını belirtti. Malum, Çocuk Hakları Sözleşmesi, 18 yaşın altındakilere ölüm cezası ve ömür boyu hapis cezası verilmesini yasaklayan maddeler de içeriyor. Ve yine biliniyor ve kabul ediliyor ki uluslararası sözleşmeler iç hukukun üzerindedir, ama ne fayda; bir ülkede 10 yılda 73 çocuğun idam edilmesini engelleyemiyor bu durum. Hatırlamak ister miydik acaba?
Ya da mülteci akınına uğrayan Avrupa’nın kendi çıkarlarının peşinde insanlık dramları karşısında aciz kalmasını? Hatırlamak ister miydik, Avrupa Çocuk Ombudsmanları’nın Avrupa Birliği yönetimine mülteci çocuklar için acil müdahale çağrısında bulunmak zorunda kaldığını?..
Avrupa Çocuk Ombudsmanları Birliği hazırladığı bir raporla duyurdu mevcut durumu: Mülteci çocukların durumu felaket! Rapora göre, Afrika ve Ortadoğu’dan Avrupa’ya gelmek isteyen çocuklar ciddi biçimde ölüm, hastalık, insan ticareti, çocuk istismarı ve taciz tehdidiyle karşı karşıya. Avrupa’ya ulaşabilmek için Akdeniz’i geçerken yaşanan kazalarda ölenlerin yüzde 30’unu mülteci çocuklar oluşturuyor. Gelmeyi başaran çocuklardan gözetim merkezlerine alınanlar ise buralarda kalmak istemiyor ve parmak izi vermemek için kendi ellerine zarar veriyor. Bu hal karşısında Avrupalı çocuk ombudsmanlarının Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne imza atan bütün üye ülkelerin kendi vatandaşı olsun olmasın, sınırları içindeki bütün çocuklardan sorumlu olduğunu hatırlatmak zorunda olması çok trajik değil mi?
Sonunda ölmezse geleceklerini kaybeden çocukları da hatırlayacak mıyız peki? Çatışmalardan etkilenen 22 ülkedeki kriz bölgelerinde yaşayan yaklaşık 24 milyon çocuğu mesela… Bu çocuklar gelecekte ayakta durmalarını sağlayacak eğitimden yoksun büyüyorlar. Çatışmaların etkilediği ülkelerde yaşayan bu çocuklar sadece eğitim haklarını değil, genellikle evlerini, aile üyelerini, güvenliklerini veya en basit ifadeyle söylersek, yaşamın normal akışını yitirmiş durumda. Üstelik bu çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Geçen yıl 16 milyondan fazla çocuk çatışma ortamlarında doğdu.
Bunları hatırlamak ister miyiz? Sanmıyorum. Ama hatırlamak zorundayız aslında. Yarattığımız medeniyetin sonuçlarını yaşıyoruz ve aynı hataları tekrar etmemek için unutmamalıyız. Peki, yeterince vakit var mı?

Şu CO2 seviyesi
Yarattığımız medeniyet deyince, dünyada insan eliyle yaratılmış tahribattan da söz etmek gerek. İstesek de istemesek de uzun yıllar, hatta belki nesiller boyu kendini hatırlatacak bir gerçek artık iklim değişikliği. Küresel ısınmanın sonuçları bugün artık o kadar net hissediliyor ki geleceği onun etkilerinden ayrı düşünmek mümkün değil.
Geçen yılın sonlarında yapılan bir ölçüm bunun en açık göstergelerinden biri. Mauna Loa Gözlemevi’nde yapılan ölçümlere göre atmosferdeki karbondioksit seviyesi milyonda 400 parçacığı aştı ve anlaşılan şu anda varolan nesil tekrar bu seviyenin altına indiğini göremeyecek. Milyonda 400 parçacık ifadesi fazla teknik kalabilir; şöyle diyelim, atmosferdeki karbondioksit miktarı dünyadaki yaşamın geleceğini tehlikeye atacak seviyede.
Niye; çünkü insanlar atmosferdeki karbondioksitin dünyanın 400 bin yıldır görmediği seviyelere çıkmasına yetecek kadar fosil yakıt kullandı. Sonuç, sıcaklıklar arttı, buzullar eriyor, okyanuslardaki asit oranı yükseldi. Bunlar da dünyanın farklı yerlerinde gerçekleşen bazı aşınma olaylarına yol açtı. Halen bu eğilimin sürdüğünü söylemeye gerek yok. Ve artık duymayanın kalmadığı ama hâlâ çoğunluğun bilinç düzeyine çıkarmadığı gerçek: Dünyanın gidişatına bu konuda şimdi müdahale etsek bile dönüşüm için on yıllara, hatta belki yüzyıllara ihtiyaç var. Şöyle açıklayalım: Okyanuslar, buzullar ve buz örtüleri tamamen dengelerini kaybettiği için deniz seviyesi yüzyıllar boyunca yükselmeye devam edecek. Bu da toplu göçlere, dengelerin bozulmasına ve muhtemelen kıtlığa ve yeni savaşlara yol açacak.

İç huzuruyla balık yiyememek
Bunları gerçekten bizim yaptığımıza inanmak zor, biliyorum. Muhtemelen hepimiz kendini “masum” hissediyordur. Ama öyle değil. Yaşadığımız dünyanın bu hale gelmesinden insanlar sorumlu. Birkaç yıl evvelki bir araştırmada Büyük Okyanus’un kuzeydoğusunda biriken plastik atıklarda son 40 yılda 100 kat artış olduğu tespit edildi. Biology Letters adlı bilim dergisinde yayımlanan araştırmada okyanusa karışıp da dibe çökmeyen her tür plastik atığın güneş ışınları ve dalgaların etkisiyle tırnaktan daha küçük parçalara ayrıldığı ve toplanan balıkların yüzde 9’unun karnında plastik parçalar bulunduğu belirtiliyordu. Zehirlenme sorununa ve kirliliğin yol açtığı daha geniş ekosistem etkilerine değiniliyordu araştırmada. Plastik atıklar yoluyla açık denize eklenmiş kalın tabakalar sorunu çıktı. Plastik, Büyük Okyanus’a milyonlarca kalın tabakanın eklenmesine neden oldu ve bu da köklü değişiklikler getirdi.
Daha sonraları başka araştırmalar da yapıldı. Çok yakın zamanda yapılan bir çalışmanın sonucunda ise dünyadaki plastik atık miktarının beş milyar tona ulaştığı, dünyayı sarabilecek kadar plastik atık bulunduğu bildirildi. Araştırmada plastiğin yalnızca dünyayı kirletmediği, aynı zamanda besin zincirinin parçası haline geldiği anlatılıyordu. Denizdeki balıkların önemli bir kısmının plastiği yiyecek zannederek yediğine, dolayısıyla bu balıklarda plastik bulunduğuna dikkat çekildi. Zaten deniz kuşlarının plastik yediği yönünde bilimsel tahminler vardı. Buna göre, 1960’lı yıllarda deniz kuşlarının sadece yüzde 5’inin plastik yediği tahmin edilirken bu rakam 2010 yılında yüzde 80’e ulaştı. Şimdilerde ise yapılan tahminler deniz kuşlarının yüzde 90’ının plastik yediği şeklinde. Benzer yöndeki açıklamalarda da çok değil, 2050 yılında okyanuslardaki plastiğin ağırlığının balıkları geçeceği anlatılıyor. Bu konuda son bir bilgi belki her şeyi daha berraklaştırabilir: Plastiğin doğada çözünebilmesi en az 500 yıl sürüyor.
Bu yazdıklarımız birkaç örnekten ibaret ama bunlar bile yaşanması ne kadar zor bir hayat kurduğumuzu gösteriyor. Bunlar bile dünyanın bizim için sonunu getirmeye yeter. O halde kendimize sormalıyız: Bu gidişata şimdi değil de ne zaman müdahale edeceğiz? Bugünü yarınla birlikte düşünmeye ne zaman başlayacağız? Mars’a gidip birbirimize “su var mı, su” diye sormak çözüm değil.

Bunu Paylaşın