Yüce Yöney-Avrupa’nın kimliği

MDN İstanbul

Avrupa bir zamanlar medeniyeti şekillendirmiş topraklarda bugün süren savaşın sonuçlarını ilk kez bu kadar sıcak hissediyor. Ve şimdi mülteciler konusunda alacağı tavır gelecekte kendi topraklarındaki medeniyeti de belirleyecek

Geçen ayın sonuna doğru Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin liderleri mülteci krizine çözüm bulmak için bir kez daha bir araya geldi. Amaç AB’nin sınırlarındaki kaosta son vermekti. Birtakım kararlar alınmadı değil, ancak bunların pek de yaratıcı olduğu söylenemez. Daha çok sıkışılan noktada AB’yi rahatlatacak kararlardı konuşulan ve açıkça söyleyelim, temel sorunu geç de olsa gördü Avrupa Birliği; ama ne çare bunun mültecilere fazla bir yararı olamayacak artık.
Anahatlarıyla söyleyecek olursak iki noktada uzlaşmaya varıldı. İlki AB içinde biriken mültecilerin durumuydu, ki önemli kararların başında iltica başvurusunda bulunanların sevk edileceği “hotspot” adı verilen büyük ve hızlı kabul merkezlerinin kurulması geliyordu. Plana göre kasım ayı sonuna kadar İtalya ve Yunanistan’da bu tür merkezler inşa edilecek. Birliğin en etkili üyesi Almanya’nın başbakanı Angela Merkel’e bakılırsa Bulgaristan’da da bir kabul merkezi kurulacak.
Önemli bir diğer karar mültecilere sağlanacak yardımın büyük ölçüde arttırılmasıydı. Karara göre, bu konuda bu yılın başında öngörülen bütçe ikiye katlanıyor, 9 milyar 200 milyon euro oluyor; Türkiye’ye de mülteciler için 1 milyar euro’ya varan yardım yapılması öngörülüyor. Bütçenin diğer kalemlerinde Afrika ülkelerine aktarılacak 1,8 milyar euro ve AB’nin dış sınırlarının korunmasından sorumlu kurum Frontex’e ayrılan paranın arttırılması da var.
Dünya Gıda Programı (WFP) ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne (UNHCR) aktarılacak yardım parasıyla ilgili gelişmeler ilk bakışta olumlu görünüyor ama bu konulara bir kere bakmak yetmiyor işte… Asıl önemli değişimi AB liderlerinin ağzından okumak mümkün.  Mesela AB Konseyi Başkanı Donald Tusk “Açık kapı siyasetimizi düzeltmeliyiz” dedi. Şimdi bu kısa ama net cümleyi veri kabul ederek duruma bir daha bakalım. İlk çıkarılacak sonuç şaşırtıcı değil: AB mülteci krizinden elini yıkayarak çıkmak arzusunda. “Elimizden geleni yaptık, ama buraya kadar, artık sınırlar kapandı” demek istiyor.
AB ülkeleri açıkça bu krizde farklı yerlere savruldu. Liderlerin toplantısında geçen tartışmalar sürpriz değil, farklı ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda farklı yöntemlerle paçalarını kurtarmanın peşinde. Güneydeki ülkeler kuzeydekilerin kendilerini cepheye sürerek kaderleriyle baş başa bıraktıklarını düşünüyor. Doğu Avrupa ülkeleri ise İtalya ve Yunanistan’da bekleyen mültecileri kabul etmeleri için diğer ortaklarından gelen baskılardan şikayetçi. Almanya Başbakanı Merkel konuşurken bütün sığınmacılara kapımız açık diyor ama sınırlı sayıda mülteciye izin verileceğini biliyor.
Macaristan başlı başına bir sorun.  Ülkenin başbakanı Viktor Orban Sırbistan sınırından sonra Hırvatistan sınırını da kapatmak istiyor. Oysa Hırvatistan da AB üyesi bir ülke ve AB’de kontrolden arındırılmış sınırlarla ilgili bir mevzuat var.
Orban aynı zamanda yine AB üyesi Yunanistan’ı mültecilere geçit vermekle suçluyor. Dahası, Macaristan Başbakanı Yunanistan’a yönelik bir karar alınmaması üzerine “Tel örgü istenmiyorsa sorun değil. Biz de sığınmacıların Avusturya ve Almanya istikametinde yollarına devam etmelerine izin veririz” diyerek bir anlamda kuzeydeki ülkeleri tehdit etti. Aslında zaten Avusturya da Macaristan’a mültecileri kayıt altına almadan Avusturya’ya gönderdiği için kızıyor, iltica başvurularını düzenleyen Dublin Sözleşmesi’nin ihlal edildiğini söylüyor. Ama yaşanan kriz öyle büyük ve derin ki kimin hangi hukuk kuralını askıya aldığı ya da görmezden geldiği bile belli değil.
Macaristan Başbakanı Orban sınırlarına çektiği tel örgülerle bütün AB’yi koruyup ortaklarına yardımcı mı oluyor, seyahat özgürlüğü gibi AB’nin temel birlik kurallarının deforme olmasının yolunu mu açıyor? Orban bir yandan eleştirilere maruz kalıyor ancak bir yandan Yunanistan, Bulgaristan ve İspanya’nın da sınırlarını kısmen tel duvarlarla kapattığı biliniyor. Elbette Orban’ın gerekçesinin çok daha milliyetçi olduğu bir gerçek ve asıl tepki toplayan da bu ideolojik tutum. Yoksa AB üyelerinin bir kısmının için için tel örgülere sevinmediğini söylemek çok zor.
Almanya tel örgünün sorunları çözemeyeceğini görecek kadar durumu farkında ama üzerine söyleyecek sözü yok. Sonuçta Merkel mültecilerin iltica edecekleri ülkeyi seçemeyeceklerine dikkat çekerek AB içinde bir uzlaşma noktası bulmaya çalışıyor ama son analizde AB’nin dış sınırlarının “korunmasının” kaçınılmaz olduğunu söylemekten geri durmuyor. Kısacası AB üyeleri birbirine düşmüş halde. Özellikle hangi ülkenin ne kadar mülteci alacağı konusunda tartışmalar sürerken birlik içinde dayanışmanın zarar gördüğü aşikâr. Aynı şekilde AB’nin farkı zamanlarda sık sık vurguladığı insani değerler de öyle. Olan sonunda mültecilere olacak gibi görünüyor. Bütün bu karmaşa ortamında sınırlarda insan hakları görünmez oluyor, Birleşmiş Milletler’in (BM) tanıdığı haklar geçersizleşiyor.
Oysa uluslararası hukukta “mülteci” kavramı son derece açık: Vatandaşı olduğu ülke dışında olan ve ırkı, dini, tabiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncesi nedeniyle zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkeye dönemeyen veya dönmek istemeyen kişileri ifade ediyor. Uluslararası Af Örgütü’nün görüşü çok net: Tüm Suriyelilerin “varışta mülteci” (prima facie) olarak uluslararası hukuk uyarınca mülteci korumasına hakları olduğunu vurguluyor. Bu durum hangi coğrafyada olduklarından bağımsız olarak ülkelerinden kaçıp yollara düşen insanların, iltica etmiş olsun olmasın, insani kriterlere göre de hukuki olarak BM kriterlerine göre de mülteci olarak kabul edilmesini zorunlu kılıyor.
Avrupa’nın aldığı telaşlı kararların mültecilere yararı olup olamayacağını zaman gösterecek elbette, ancak ilk etapta birkaç ay içinde Yunanistan ve İtalya’da dev kamplar kurmak fikri bile ne derece gerçekçi, tartışılır. Keza mültecilerin Avrupa’ya girişinin bu şekilde bir düzene bağlanıp bağlanmayacağı da…
Adına önlem de dense engelleme de dense çeşitli kararlar alınacak ve biz uygulamaları göreceğiz tabii, fakat iş nereye kadar gidecek? Görünen ve bürokratik engellemelerle şekillenip görünmeyen tel örgüler, hendekler devasa bir sınır “koruma” mekanizması mı yaratacak; yaratacaksa bu nasıl olacak, ortak bir tavır alınabilir mi, bu tip bir uygulama AB’nin temel ilkelerini yerlebir etmez mi, ülkeler ne düzeyde sınır egemenliklerinden vazgeçip ortak bir örgütlenmeyi kabul eder, vs…
Tarih bu şekilde şekillenirse Avrupa’nın savunduğunu iddia ettiği ilkeler tarihin hangi sayfasına saklanabilir ki; sonuçta Avrupa’nın ikilemi bu kararlarla giderilmeyecek. Ne kısa vadede mültecilerin kaçış nedeni ortadan kalkacak ne savaşlar ne yoksulluk bugünden yarına hemen sona erecek. Mülteci sorununu kaynağından gidermek gerektiği konusunda bir uyanış içinde Avrupa ama çok geç ve şu an için bunu gerçekleştirmek mümkün değil. Avrupa’nın önündeki karar başka: mültecileri kaderlerine mi terk edecek, elindeki kaynakları paylaşmayı kabul mü edecek?
Aslında bugün yakıcı olan temel sorun gelecekte nasıl bir Avrupa göreceğimizi de belirleyecek.

Bunu Paylaşın