ALİ TORLAK

Yeşim Yeliz Egeli

 

Hedefimiz denizciliği geliştirmek  ALİ TORLAK

İstanbul MHP Milletvekili Ali Torlak 1962 yılında Rize’de doğuyor. O hayattan yaş aldıkça denizle ilgili her şey ruhuna işliyor… İşine olan sevgisi, “Biz tersanenin içine doğduk” sözünden de belli… [membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]İşine bağlılığı zorluklarla bilenip çelik gibi keskinleşiyor. Saatlerce süren hoş sohbetten sonra onu bir cümleyle anlatmak çok zor olsa da “dostlarına olan sadakatinden” etkilenmemek mümkün değil

Kayık yapımı Ali Torlak’ın genlerinde var. Aile büyüklerinin denizle var olma devinimleri, iş görmeleri  tersaneciliğin temelini oluşturmuş. Dedesi ile babaannesinin yarıştığı, hatta babaannesinin kayık yapım ustalığında dedesini geçtiği rivayet ediliyor. 1940’lı yıllarda başlayan gemi inşa serüveni 1950’li yıllarda Balat’ta devam etmiş. “Benim yetiştiğim dönemlerde iki dönümlük bir  tersanemiz vardı, ama tersane demeye bin şahit lazımdı. Parasızlık yüzünden büyüklerimizin talaşla doldurduğu tersanede 1960’lı yıllara doğru ilk sac gemiyi yapmaya başlamış ailemiz. Bizim şanslı tarafımız şu: Biz Türkiye’deki ilk özel tersanesiyiz ve bu ‘Gemi İnşa Kolektif Şirketi’ olarak Meydan Laorusse’ta da geçer. Şirket ortakları, bugün rahmetle anarsak dedemiz Durmuş Ali Torlak, benim ismimi aldığım amcamız ile Mustafa Torlak, Mahmut Torlak, babam Aziz Torlak, babamızın amcasının çocukları Kazım ve İlyas Torlak’tır.”

Bu geniş aile ilk sac tekneyi inşa ettiğinde Türkiye’de olay oluyor, halk bu başarıdan ötürü çok seviniyor. Sonraları aynı tersanede 3 000 dwt’ye kadar gemi yapılıyor. Yapılıyor ama ne zorluklarla… Saclar ya yola koyulup kamyonların üzerinden geçmesi suretiyle veya balyozla şekillendiriliyor. “O şekillenen sacları geminin muhtelif yerlerine koyardık. Bugün Tuzla’daki tersanelerin ve yan sanayicilerin çoğu Balat’tan gelmedir. Çoğuyla çocukluk arkadaşıyız. Acı tatlı günleri paylaştık. Bugün tersaneleri çok başarılı bulan insanlar var. Bu başarı bugün tersanecilerin kendi öz birikimlerinin, fedekârlıklarının sonucudur.”
Bu başarının yokluktan kazanıldığını vurgulayan Torlak, 1983 yılında Tuzla’ya gelindiğini yaklaşık 25 yıllık bu sürecin 18 yılının yatırımla geçtiğini, son 7-8 yılda global etkenlerle sektörün bir ivme kazandığını ve bu becerinin sırrını da, tersanecilerin kendi özvarlıklarını ortaya koyup yurtdışında iş takibi yaparak yılmadan, sabırla çalışmalarına bağlıyor. “Tersane ve gemi işi aşkla yapılan bir meslektir. Ticari açıdan bakarsanız çok kârlı bir iş değildir, ama onurlu bir meslektir. Geminin inşasında çok büyük sıkıntı çekebilirsiniz ama gemiyi suya indirdiğiniz gün içiniz huzur dolar. Neden? Türk bayrağıyla dünya denizlerine çıkacak, bayrağınızı dalgalandıracak, az veya çok döviz girdisi sağlayacak.”
1995 yılında aile büyüklerinin vefatıyla işin başına Ali Torlak geçiyor. Gençliğin verdiği hırsla işlere sarılıyor. “Yönetimi aldığımda hiç böyle mütevazılık da yapmıyordum. Yani huyumda yok mütevazılık çünkü bir hevesimiz bir hırsımız vardı, gençtik.”
Yavaş yavaş zorluklara direnerek, üzerine üzerine yürüyerek, yenilikleri takip ederek, biraz mesleki anlamda üretimi farklılaştırarak, iyi niyetli iş ilişkileriyle, armatör dostların da karşılıklı yardımlarıyla bugünlere gelindiğini anlatıyor Ali Torlak.  “Hem gençtik o zaman. Ama eksiğimizi biz çabuk gördük. Ne eksik, neye ihtiyacımız var, onu tespit ettik. Bu çerçevede biraz da insani ilişkilerimizle, özellikle dostlarımızla ve armatörlerle olan ilişkilerimizle kendimizi ispat ettik. Armatörlerle hiçbir kredi kullanmadan, kurduğumuız özel diyaloglarla gemiler inşa ettik. Gerçekten çok sıkıntılı günler yaşadık! Tuzla’ya taşındığımızda daha bizim tersanenin betonları yoktu… Bunları anlatmak ayıp değil.”
İşçileriyle de arasında özel bir ilişki kurmayı başaran yöneticilerden Ali Torlak. “Aylarca maaş ödeyemediğimiz oldu, ama işçi kardeşlerimiz bize sırtını çevirmedi. Bugün hâlâ o günlerden bu güne bizimle çalışan kardeşlerimiz var. Onlar şunu çok iyi biliyorlardı; üç beş ay para veremediğimiz zamanlar olsa da gecenin saat on birinde armatörden ödeme geldiği zaman sabahı bekleyemeden hepsinin evini tek tek dolaşıp maaşlarını öderdim. Karşılıklı güven ve iyi niyet vardı. Benim işçi kardeşlerim bugün hâlâ bana sarılıp öperler ve bundan dolayı mutlu olurum. İşçi kardeşlerimizi biz hep ailemizden gördük. Çok büyük hatalar yapmadığı sürece kimseyi işten çıkarmayı düşünmedim. Hırsızlık yapanı bile yakaladım ama affettim. Hatta o işçi bir gemi indirme töreninde yanıma gelip ‘Abi Allah senden razı olsun’ deyip boynuma sarıldı. Ben ona kötü davransaydım sadece ona değil ailesine de kötülük ederdim. Yapamadım. Aynı sektörde yerlerinizi değiştirerek düşünmelisiniz! Hayal gücünüzle kendinizi kardeşlerinizin yerine koymalısınız. Eğer bir başarı istiyorsanız -bütün sektörler için geçerlidir- ama bizimki daha hassas, daha yoğun, daha zor bir iş olduğu için kendinizi onların yerine koyarak düşünmek zorundasınız. Bir şeyi çok iyi yaptım. ‘Tersanede kim kavga ederse haklı olsun haksız olsun ikisi de işten çıkmalı’ dedim. Çünkü aile içinde kavga olmaz!”
Askere gidene kadar tersanenin her bölümünde çıraklık yapan ve işin detaylarını öğrendikten sonra kendini bilfiil pazarlama alanında yetiştiren Torlak, armatörlerle diyaloglar kurmuş, finansal planlamaları, bankalarla ilişkileri düzenlemeye girişmiş. “Biz bir şeyi beceremedik. O tarihlerde çok kıt imkânlarla gemi sahibi olanlar bize gemi yaptırdılar. Kredi almak suretiyle… Biz devletle hiç bu diyaloglara girmediğimiz için kredi alıp kendimize gemi yapmadık. Torlak ailesi olarak bizim hedefimiz, denizciliği geliştirmek, büyütmek. Biz gemiyi yaparız işletecek arkadaşlarımız farklı olabilir.”

Tuzla’ya geçiş
1982’de askerliğini bitirip dönünce kendini büyük bir boşlukta bulduğunu anlatıyor Ali Torlak. Çünkü o günler Balat’ın kapanması ve Tuzla’nın kurulma dönemine denk geliyor. “Balat’taki yerimiz 2,5 dönümdü, orada bir tane gemi yapıyorduk ama bütün aile oradaydı. Düzen oradaydı, arkadaşlarımız orada, diyaloglarınız orada, her şeyimiz oradaydı. Balat’tan kopup Tuzla’ya gelmek bize eziyet gibi geldi, korkuttu bizi… Yani sonra rahmetli babam ileriyi gören bir adamdı, dedi ki ‘Bu sizi korkutmasın, eğer bu işe devam edecekseniz ileride burası size küçük gelecek. Yan araziyi de alalım.’ Ama yirmi dönüm araziyi bile nasıl dolduracakları bilemedikleri için öneriyi kabul etmiyorlar. Tersane arazisini dolu gösterebilmek için yönetim binasını arazinin ortasına yapıyorlar.
İş olmadığı için işçilere paralarını ödeyemediklerini söyleyen Ali Torlak, o günlerle ilgili güzel bir anısını aktarıyor: “Balat’taki yeri kapanma aşamasına geldiğinde 160’a yakın işçimiz varmış. O zaman çalışanlarımız sendikalı. Babam bizimle konuştuğu zaman şunu söyledi, ‘Bizim paramız bu işçilere tazminatını verebilmemiz için yeterli değil, elimizde ne var ne yok her şeyi satıp tazminatlarını ödememiz lazım’ ve öyle bir karar aldık. Biz elimizdeki bütün varlığı satıp tazminatları ödeyecekken, bu işi bırakacağımız bir noktaya geldiğimizi de biliyorduk. Hiç unutmuyorum, DOK Gemi İş Sendikası Başkanı rahmetli Aslan Sivri bizim bu işten kopmamamız için tazminatlarımızı ödemek için bize 1 milyon lira (belki 1 milyar yanlış olmasın) verdi ve bütün borçlarımızı ödedik. Parasızlıktan 3 ay kadar eşyalarımızı taşıyamadık, ama işimize dört elle sarıldık. Rahmetli abimle akrabamızın kamyonuyla getirdiğimiz eşyaları sırtımızda taşıyarak kendi ellerimizle kurduk tersanemizi. Ama hiç bıkmadık.”
İşin pazarlamasına yönetime geçince daha da sarılan Torlak, yeni projeler üreterek atılımlar yapmaya koyuluyor. Zorluk, parasızlık hiç peşlerini bırakmıyor. Bir gün kardeşlerini toparlayıp, “Ya büyüklerimizin ismini sürdüreceğiz ya da evde oturup kafayı üşüteceğiz” diyor. Büyük gemi yapamayacaklarını bildiklerinden Üsküdar-Beşiktaş dolmuş motorları ile küçük tekneler yaparak işe koyuluyorlar. Yat inşaasına atılım yaparken diğer yandan yat çekek yeri ihtiyacını görerek dönemin işadamlarına onları da memnun edecek bir teklifle gidiyor, 2 yıllık ödemelerini peşin almak suretiyle kapalı alan inşasını tamamlıyor. Karşılığında onlara 3 yıl konaklama hizmeti veriyor. Hem yanında çalışan 25-30 kişinin maaşlarını çıkartıyor hem de yapılanmasını tamamlıyor. İlk sene kırk kadar tekneye çok iyi hizmet veriyorlar. İkinci sene bu sayı iki yüze çıkıyor. Bu başarının mimarlarından rahmetli ustasını anmadan geçmiyor. “Allah rahmet eylesin çok iyi bir ustamız vardı, İsmail Ergün. Tam iki sene peşinde koştum. Türkiye’nin en iyi çekek ustasıydı. Önce yanaşmadı, ama sonra ikna ettim, bir orta noktada buluştuk. Onun varlığı sayesinde Türkiye’nin en önemli işadamlarının teknelerini biz çektik. Hiç beklemediğim bir diyalog oluştu. Sonra o işadamlarıyla işimizi büyütüp yapılandırdık. En son 250 tekneye vardığımızı ve ‘yerimiz yok’ dediğimizi biliyorum.”
Uzun bir sohbetten sonra Ali Torlak’ın yanından ayrılırken elimde insani değerlerle harmanlanmış azmin ve çalışmanın getirdiği bir başarı öyküsü vardı. Onun gençlik yıllarında Milliyetçi Hareket Partisi’yle yollarının kesişmesi, partisine ve Devlet Bahçeli’ye olan bağlılığı yerimizin kısıtlı olmasından dolayı bir başka yazının içeriğini oluşturdu bile…

[/membership]

Bunu Paylaşın