2009 yılı gerek iç gerek dış politika alanında önemli gelişmelerin yaşandığı bir yıl oldu. İç politika alanındaki gelişmeler, Türkiye’de demokratik konsolidasyonun güçlüğünü bizlere tekrar gösterdi. Asker-sivil ilişkileri konusunda uzman ve uzun yıllardır Türkiye’de yaşamakta olan Gareth Jenkins’in hazırlamış olduğu Ergenekon raporu Türkiye’de demokrasi dışı güçleri sindirmek için, gecikmeli de olsa, gerekli olan bu davanın yürütülüş biçiminin hukuktan uzaklaşmış olduğunu bilgiler ışığında gözler önüne seriyor. Rapor soruşturmayı kuşatan paranoyanın kontrol edilemez boyutlara ulaştığını ifade ediyor. Bu davanın en büyük önemi Türkiye’deki adalet sisteminin içinde bulunduğu durumu göstermesinde yatıyor. Uzun yıllardır dile getirilmekte olan adli reform tartışmaları bu davayla birlikte daha da çok önem taşıyor. Tam demokrasiye geçiş için gerekli olan bu süreç, daha konuların esasına inmeden usulde yapılan hatalar nedeniyle, boşa geçirilen bir dönem ve akabinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açılan ilave davalar ile tarihte bir yaprak olacağa benziyor.
Bu yıl tırmanmakta olan asker-hükümet geriliminin ortasında yargının yanı sıra bir de polisin içindeki ideolojik gruplaşmanın bulunduğunu görüyoruz. Kurumların da ötesine baktığımızda, bu yıl içinde Prof. Ersin Kalaycıoğlu ve Prof. Ali Çarkoğlu tarafından yapılmış olan önemli bir akademik çalışma da Türkiye’de artan düzeyde muhafazakârlık ve kendinden farklı olana tahammülsüzlüğü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Toplumsal güvenin çok düşük olduğu bu ortamdan, başta Kürt sorununun çözümü olmak üzere, demokrasi çıkmasını beklemek ise sadece yersiz bir iyimserlikten ibaret. Hukuk ve adalet temelli sosyal devletin etkin bir şekilde işlemediği bir ülkede din ve milliyetçilik temelli muhafazakârlığın kutuplaşmayı giderecek düzeyde azalması da beklenemiyor.
Dış politika alanında daha olumlu gelişmelerden söz etmek mümkün. Çok taraflı ve aktif dış politika anlayışı bu yıl içinde yoğun bir şekilde pratiğe geçirildi. Bununla beraber, bu aktivizmin etkileri konusunda halen birçok soru işareti bulunuyor. Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik imzalanan protokoller önemli bir adım olsa da, protokollerin Karabağ sorununa bağlanmış olması, çözümü neredeyse imkânsızlaştırıyor. Avrupa Birliği ile ilişkilere baktığımızda, 2005 yılını takip eden durgunluğun bu yıl belki de doruğa çıktığını görüyoruz. Türkiye, retorik düzeyinde olmasa da, pratikte Avrupa perspektifinden önemli ölçüde uzaklaşmış durumda. Önümüzdeki yılda özellikle Orta Doğu’da yürütülmekte olan aktif dış politikanın güçlendirilmiş bir AB perspektifi ile desteklenmesi, gerek dış gerek iç politikada daha verimli sonuçlar verebilir.