Türlerin yok oluşunu görmezden gelen, balık stokları azalınca yunusları suçlayan, iklim değişikliğini kadere bağlayan zihniyet, yeryüzündeki hayatı tüketiyor. Zaman hepimiz için azalıyor
Geçmiş, şimdi ve gelecek… Aralarındaki ilişkiyi unutmuş olmamız hayret verici ama öyle. Hiç bitmeyecekmiş gibi “şimdi”yi yaşamak çağımızın en ürkütücü meselesi sanırım. Her gün bilgisayarlarımız, cep telefonlarımız, televizyonlarımız vasıtasıyla servis edilen yalanlar, sonra çoğaltılan yalanlar, sonra çarpıtılan gerçekler, tarihi baş aşağı çevirmeler, neresinden tutsan elinde kalacaklar yorumlar… Bitmeyen bir bombardıman, gerçeklikten kopmamıza yol açan topyekûn bir saldırı… Sadece bugün varmış gibi yaşamamızı salık veren akılların bulandırdığı sisli, puslu bir toplumsal yapı…
Zamanın geride kalan kısmından bağımsız yaşayabileceğimizi kim söyledi; kim yaptıklarımızın sonuçlarına katlanmayacağımızı vaat edebilir? Geçmişi ve geleceği şimdiden azade görmenin neresi akla yatkın?
ABD’li jeolog Marcia Bjornerud, Yeryüzünün Zamanı adlı kitabının Zamanın Bilincine Varma Çağrısı bölümünde, “Bir tür olarak Dünya’da kendimizin ortaya çıktığı zamanın öncesine karşı çocuksu bir ilgisizlik ve inanmazlık sergiliyoruz. Kahramanları insan olmayan hikâyelere burun kıvıran pek çok kişi doğa tarihine aldırmıyor. Dolayısıyla duygularımızda ayarsız olduğumuz kadar ‘zamansızız’, zaman cahiliyiz. Deneyimsiz ama aşırı özgüvenli sürücüler gibi, doğal alanlara ve ekosistemlere, onların yerleşik trafik kurallarından habersiz gazlayıp giriyoruz, sonra da doğa yasalarına aldırış etmediğimiz için kesilen cezaları şaşkınlık ve öfkeyle karşılıyoruz. Gezegenin tarihi konusundaki bu bilgisizlik, çağdaşlık konusundaki iddialarımızı da temelsiz kılıyor. Geleceğimize, düz bir dünyanın kenarında ejderhaların gezindiği on dördüncü yüzyıl haritaları kadar ilkel zaman kavramlarıyla ihtiyatsız bir şekilde yol alıyoruz” diyor.
Kaybolan türler
“İhtiyasız biçimde yol aldığımızı” söyleyen sadece Bjornerud değil, aslında birçok kurum farklı ifadelerle aynı şeyi vurguluyor ne zamandır.
Mesela, yakın dönemde Uluslararası Doğayı Koruma Birliği, İngilizcedeki kısaltmasıyla IUCN bir duyuru yaptı. Uzun süredir doğada görülmeyen 36 hayvan ve bitki türünün nesli tehdit altında olanlar kategorisinden nesli tükenenler kategorisine alındığını bildirdi.
IUCN’nin söz ettiği hayvanlardan biri “Barbodes” cinsi bir balık olan “Barbodes baoulan”; son olarak 1991 yılında Filipinler’deki Lanao Gölü’nde görülmüş. Benzer şekilde, Kazakistan’daki nehirlerde yaşayan “Schizothoraz saltans” da 1953 yılından bu yana görülmüyor. Bir yarasa türü olan “Nyctophilus howensis”in son görüldüğü tarih ise 1972 ve son görüldüğü yer Avustralya. Ayrıca Orta Amerika’da yaşayan beş kurbağa ve kertenkele türü de 25 yıldan uzun bir süredir görülmemiş. Keza, yaklaşık 100 yıldır görülmeyen bir çekirge, altı ağaç ve beş bitki türü de artık nesli tükenenler kategorisinde… IUCN’nin kırmızı listesinde 128 bin 918 nesli tükenen ve tükenme tehdidi altında olan canlı bulunuyor. Kurum dünyadaki tüm meşe ağacı türlerinin yaklaşık üçte birinin de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor.
Türkiye özelinde de durum pek farklı değil. Üç ay kadar önce Türkiye medyasında yer alan bir habere bakılırsa, “Aphanius sureyanus” ya da “Aphanius burduricus” adıyla bilinen Burdur yosun balığının geleceği de tıpkı Burdur Gölü gibi tehlike altında, mesela.
Memleketin hali
Söz Türkiye’ye gelmişken… Yale Üniversitesi’nin yayınladığı Çevresel Performans İndeksi’nin 2020 yılı sonuçlarında Türkiye 180 ülke arasında hâlâ 99’uncu sırada. Biyoçeşitlilikte ise 180 ülke arasında 175’inci.
Birçok araştırma gösteriyor ki, doğadaki kayıplar insanlık tarihi boyunca daha önce görülmemiş bir düzeyde. Sadece yaşadığımız güne saplanıp kaldığımız için, ötesini görsek de biraz boş vermişlik biraz yılgınlıkla kafamızı kuma gömüyoruz. Ama zaman biz görmek istemiyoruz diye duracak değil; tükenişin dibine doğru hızla yol alıyoruz.
Üretim ve tabii tüketim şekillerimizden kaynaklanan nedenlere bağlı olarak son 50 yılda omurgalı türlerin popülasyonlarının yüzde 68 azaldığı biliniyor. Doğayla uyumsuz ilişkimiz, birbirimizle olduğu gibi doğayla da savaşmamız hepimizi yok ediyor. Sadece canlı türlerinin kaybolmasının kazandığı hız değil, son yıllarda yaşanan birçok değişim bunun göstergesi; salgınlar, önü alınamayan devasa orman yangınları, kuraklık, yavaş yavaş günlük hayatımızda bile hissedilmeye başlanan gıda krizi, vs… Ve tabii iklim değişikliği!
“Atmosferin hikâyesi, bize başımızın üstündeki göğün Dünya’yı koruyan tek ya da nihai gök olmadığını hatırlatıyor” diyor Marcia Bjornerud. “Havada bir değişim olduğunda, isterse uzun kararlılık dönemlerinden sonra gelsin, Svalbard’ın eriyip giden buzullarının tanıklık ettiği gibi akıl almaz bir hızla vurup geçer. Bu değişim rüzgârlarının ardından biyojeokimyasal döngülerde karmaşa, ekosistemlerde her düzeyde yayılır. Her şeylerini eski dünya düzenine yatırmış organizmalar zarar görür, hatta yok olurken, mikroplar sessiz sedasız enkazı temizleyip hayatta kalanlar için yeni bir kurallar dizisi yaratır. Atmosfer kimyasıyla oynamanın hiç şakası yoktur; gem vurulamayacak güçler bir anda havamızı bozabilir.”
Kim gözlerden uzak tutulmaya çalışılan bu büyük yok oluştan sorumlu olmadığımızı iddia edebilir?
Zamanı yakalamak
Geçen ay rastlayanlar olmuştur; kabarık gündemimizin aralıklarından sızan ilginç bir haber yer aldı medyada. Kanada’nın York Üniversitesi’nin astronomi ve fizik profesörü Paul Delaney, katıldığı bir programda, Dünya’nın dönüş hızının arttığını ve bu değişimin yeryüzünde zamanın yavaşlaması anlamına geldiğini söylemiş. Daha açık bir ifadeyle, 2021’de ortalama bir gün, 24 saate denk gelen 86 bin 400 saniyeden 0,05 milisaniye daha kısa olacak. Prof. Delaney bu kısalmanın nedenini de anlatmış elbette: Küresel iklim değişikliği! Eriyen buzullar dünya üzerindeki kütlenin konumlanma şeklini değiştiriyor ve sular dünyanın dönüş eksenine yaklaştıkça onun dönme hızını artırıyor. Delaney’in benzetmesiyle, daha hızlı dönebilmek için kollarını bedenine yaklaştıran bir patenci gibi…
Bu fark insanların günlük faaliyetlerini etkilemeyecek tabii; en azından iş esnasında yapılan bir hatayı patrona “az uyudum, o yüzden” diye açıklamaya yetecek bir bahane sağlamayacak. Ama doğayı ve dengesini yok eden yaşam biçimimizin tahmin edilemeyecek ürkütücü sonuçları olduğunu bir kez daha fark edebilmek için iyi bir fırsat sunuyor.
Kısacası, kaybedecek zamanımız yok. Ve bunu 0,05 milisaniyeyi kast ederek söylemiyoruz.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.