Yaşadığımız iki soluk arasındaki hayatlarımız kısacık. O da şuursuz, apar topar telaşlar, yapılması gerekenler, gündelik koşuşturmalar, ego savaşları, hüsranlar, sevmeler, terk etmeler, küsmeler, barışmalar, gülüşmeler, ağlamalar arasında yuvarlanırcasına geçiyor sanki. Bunu böyle yaşamayıp şuurla ânın değerini bilen erenlere selam olsun!
Tutsaklığa bir soluk…
İşte bu koşuşturma sürecinden azat edildiğimi idrak ettiğim bir süreçte, gezegenimizde elimden geldiğince turladım. Hafızamın iyi olduğu yaşlardayım ancak ne çok şey yaptığımı, fotoğraflara bakıp, onları tekrar gözden geçirince anlıyorum. Bu yazıda Kamboçya’ya uzanacağız. Kamboçya; Tayland, Laos ve doğusunda Vietnam ile çevrelenmiş bir ülke.
Kimmerler ve Angkor Wat…
Kimmerler, göçebe ve savaşçı bir topluluk olarak Milattan önce 8’inci yüzyıla kadar mevcudiyetlerini Kamboçya’nın da içinde bulunduğu Güneydoğu Asya bölgesinde sürdürmüşler. At üzerinde savaşan İskitler, yaya olarak savaşan Kimmerlerin hakkından gelince onlar da Anadolu’ya kadar uzanmış ve bir süre de burada da yaşamışlar. Kaynaklarda her ne kadar göçebe dense de yaşadıkları topraklara hatırı sayılır eserler bırakmışlar.
Kimmerlerin başta Angkor Wat olmak üzere 50’nin üzerinde tapınağı olan bugünkü adıyla Siem Reap kentinde bambudan yapılmış bir hostelde, koğuş gibi bir mekânda 10 günden fazla zaman geçirdim. Müzeleri dolaştım, tapınakların çoğunu kiraladığım tuk tuk ile gezdim. Hostelde gezginlerle tanıştım, sohbetler ettim.
Şimdi Kamboçya’nın bu yazıdaki ilk kısmının konusu olacak Siem Reap Bölgesi’yle ile başlayalım.
Kamboçya vizesi havaalanında…
Kamboçya bizdeki hususi pasaportlara vize uygulamıyor. Normal pasaportlara uyguladığı vize de havaalanında sizden aldığı 25-30 dolar civarında bir ücret. Gitmeden önce e-vize de alabileceğinizi sanıyorum. Neticede gidiş kolay. Bu arada Kamboçya’nın güneyinde, deniz kenarındaki yerlerde de hatırı sayılır bir Türk nüfusu olduğunu belirtmek isterim.
Angkor Wat ve bölgedeki diğer tapınaklar…
Wat, Kamboçya dilinde tapınak anlamına geliyor. Angkor Tapınağı bölgedeki ve bazı kaynaklara göre dünyanın en büyük tapınma amaçlı kompleksi. Neredeyse her duvarına dokunduğum ve çevresini gezdiğim bu tapınağı sabaha karşı görmek için gün ağarmadan gelmiştim. Şimdilerde, 2023 yılının yaz sıcaklarında sabah zar zor yataktan kalktığım günlerle karşılaştırınca ne büyük gayretmiş diyorum. Hava karanlıkken bambu hostelden çıkıp tapınak bölgesine gelmiş ve yerimi almıştım. İster Angkor Wat ister başka yer, gündoğumu her zaman harika. Tabii ki buradaki görünümler kadim diyebileceğim tapınağın siluetinin belirli olmasıyla başka bir keyif veriyordu. Gün ışıdıktan sonra tüm tapınak bölgesi ve çevresini gezdim.
Ardından da tuk tuk sürücümle diğer tapınak bölgeleri ve tüm Siem Reap’ın tapınaklar bölgesini dolaşmaya başladık. Bana tüm gün hizmet verecek bu tuk tuk için 15 Amerikan Doları ödüyordum. Muhtemel bugün bu fiyatı bulamazsınız. Dünya ekonomisi öyle bir hâldeki 2013-2018 arasında yaptığım destekçisiz (sponsorsuz) dünya gezisini maddi olarak şu anda yapabileceğimi düşünmüyorum. Sanki ruhumdaki gezginliği tam kuyruğundan yakalamışım hissi içindeyim.
Nehirlerin içinde inşa edilmiş Linga’lar’dan, Yatan Buda figürlerine, Angelina Jolie’nin filmlerinde set olarak kullandığı Thom Tapınağı’na, harika yüz figürlü sütunlarıyla benim için Angkor Wat’ın da üstünde yer alan Bayon Tapınağı dâhil 40’a yakın tapınağı eze eze gezdim. Allah arzu edene kısmet etsin. Bazı fotolar fikir verecektir ama fırsat bulup gidebilenlere orada gün doğumunu ve batımını izlemesini öneririm. Turistik geziler temelde bu tapınakları turları içine katıyorlar. Bölgedeki bir başka gezi noktası da Yüzen Köy (Floating Village).
Siem Reap’in içinde de bir sürü yerel restoran var. Burada da yöreye ilişkin yemekleri tadıp, bazı merkezlerde o bölgeye özel biraz da sert olan masajları yaptırmanız mümkün.
Phnom Penh ve Ölüm Tarlaları…
Siem Reap’tan Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e bir minibüsle geldim. Burada da bir hostelde kaldım. Olmazsa olmaz yer Ölüm Tarlaları ve şehrin içinde bir liseden bozma hapishane olacaktı. Elektronik mühendisliği eğitimini Fransa’da alan diktatör Pol Pot’un daha 1975’li yıllarda akıl almaz mezalimi gerçekleştirdiği bu hapishane ve katliamın ağırlıklı olarak gerçekleştirildiği ve şehrin hemen içinde yer alan bölgeye gittim.
Liseden bozma hapishane…
Hapishane, şehrin içinde, okuduğum Anıttepe Lisesi’nin binası gibi bir yerdi. Bu üç katlı binanın ölüm öncesi konuklarını ağırlayan bir işkence merkezi olduğunu söylemeseler de yerlerdeki kan izleri, tek kişilik hücrelere bölünmüş sınıflar, hapishaneye dönüştürülmüş dershaneler size hüzün verebilir. Hele bir de burada nelerin yaşandığını bilince 10 metre bile ötede olmayan çevre evlerin hemen yanında yaşatılan mezalim can yakıcı. Gezdigim gün eski mahkûmlardan biri o döneme ait yazdığı kitabı imzalıyordu. O acıların yaşandığı yerde bulunması bile ne kadar yaralayıcı idi. Hayat böyle zalim ve kendi akışı böyle… Kalanlarla devam ediyor.
Ölüm Tarlalarına doğru…
İki İngiliz gezginle gittiğim ölüm Kimmerler, Pol Pot, Kamboçya tarlaları hiç de ismine yakışmayacak huzurda kuş cıvıltıları içinde karşıladı bizi. Ancak yaşatılan mezalimin izlerini hâlâ taşıyordu. Mao’yu taklit etme çabasıyla ülkedeki tüm aydınları, hatta gözlüğü olanları hedef seçen bu hayali kurgusunda yaşatan diktatörün yaptıklarını gördüğümde Ulu Önder Atatürk’e diktatör sıfatını yakıştıranların bu dünyadan ne kadar habersiz olduklarını derinden hissederek yaşadım.
Gördüklerim akıl almayacak bir katliamın izleriydi. Ülke nüfusunun neredeyse yüzde 10’u bu tür eylemlerle katledilmişti. Öldürmek için iptidai aletler, baltalar, sopalar kullanılmış ve öldürülenlerin seslerin şehre ulaşmasını engellemek için ağaçlara asılan hoparlörlerden yüksek sesle müzik yayını yapılmıştı. En son nokta ise öldürülenlerin kafataslarının üst üste sergilendiği kule benzeri yapı olmuştu. Kule içinde çalınan müzikle birlikte kafataslarının her birinin bir zamanlar nefes alan bizim gibi insanlara ait olduğunu düşünmek sarsıcı bir duyguydu. Yine de bir müze gezer sukûnetinde yazıları okuyordum. Kötülük ne de çabuk kanıksanıyordu. Acı çok derin ve orada hâlâ enerjisini saklıyordu oysa. Bilet aldığımız o kapıdan dışarı bizim gibi çıkmak için neler vermezdi masum insanlar kim bilir?
Bu sarsıcı deneyim sonrasında lider konumundaki insanların ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünüyor ve kurbanlar için üzülüyordum.
Pırıltılı saraylar…
Kraliyet Sarayı ve içindeki arkeoloji müzesi Phnom Penh’deki son durağım oldu. Burası için Ölüm Tarlaları sonrasında sadece başka bir şuursuz Güneydoğu Asya gösterişi diyebilirim. Sadece müzeleri ayrıntılı dolaştım ve eski uygarlık kalıntılarından etkilendim.
Vazgeçilmez ayak masajı…
Güneydoğu Asya gezginlerinin en büyük lüksü, sokaklarda veya masaj merkezlerinde yaptırdıkları masajlardır diye düşünüyorum. Elbette bu keyiften kendimi mahrum bırakmadım. İnsan bu işte! En acılı tarih tanıklığı sonrasında yemeğini mideye indiriyor ve masaja gidebiliyor.
Güney Kamboçya…
Phnom Penh sonrası Güney Kamboçya’ya yollandım. Burada Türklerin olduğunu biliyordum ama bu denli yoğun bir toplulukla karşılaşmayı ummuyordum. Özellikle Kampot ve Sihanoulville’de birçok Türk ile karşılaştım. Koh Rong Samloem Adası’ndaki Türk pideci ve Ayvalıklı dalış eğitmeni Deniz ile tanışmak hayret vericiydi.
Türk gezgin LetsgoTurco Ahmet TÜRKOĞLU’nun blogunda anlattığı ıssız sayılacak Tavşan Adası bile yeni bungalovlar ve insanlarla doluydu.
Vietnam’dan bile fazla bomba atılmış, napalm mermilerinin ilk denendiği, hâlâ bazı bölgelerinde dolaşan insanların eski mühimmatların patlamaları sonucu sakat dolaştığı bu hüzünlü ülkede anlatılacak daha çok yer var.
2023 yazının kavurduğu sıcak günlerin sona erip huzur içinde nefesler alacağımız günler diliyorum.
Sağlık ve sevgiyle kalın.