ABD Ortadoğu’da yeni yolunu arıyor

MDN İstanbul

Her olay karşısında ABD ne derse o olur, istediğini yaptırır diyerek işin içinden çıkanlar bu ifadeleri bırakmak zorunda. ABD’nin kendisi bile bunun farkında. Tam da bu yüzden Ortadoğu’da yeni politikaların peşinde…

ABD Ortadoğu’yu yeniden keşfediyor sanki. Belirgin bir politika değişikliğinden söz etmek için erken belki, bir şeylerin değişmeye başladığı da ortada.
Temmuz ayının sonlarına doğru ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey’in ülkesinin Suriye konusundaki seçeneklerini dile getirirken kullandığı dil bunun en somut örneklerinden.
General Dempsey ABD Senatosu’ndaki Silahlı Hizmetler Komisyonu üyesi iki senatörün yönelttiği sorulara yanıt olarak yazdığı açık mektupta Afganistan ve Irak’taki ABD askeri müdahalelerine gönderme yapıyordu.
“Son 10 yılda öğrendiklerimiz, işleyen bir devleti muhafaza etmek için neler gerektiği konusunda dikkatli bir değerlendirme yapmadan, sadece askeri güç dengesini değiştirmenin yeterli olmadığını gösteriyor.”
Gerçekten de ABD’nin Irak’taki askeri başarısının politik başarıyı getirmediğini ve Afganistan’da uğradığı hüsranı hatırlatmak saldırganlığıyla bilinen ABD dış politikasında sık rastlamadığımız bir sağduyu.
Kuşkusuz Dempsey’i bu noktaya getiren biraz yakın tarihin deneyimleriyse biraz da bugün ABD ekonomisinin içinde bulunduğu krizin bilincinde olması. Mektubunda bir maliyet hesabı yapması da bu yüzden muhtemelen. Suriye’de güç kullanmanın “savaşa girmekten çok farklı olmayacağını” söylüyordu Dempsey ve bunun ABD’ye milyarlarca dolara mal olabileceğini vurguluyor, Suriye politikasındaki seçeneklerden biri olarak gösterdiği “muhalifleri eğitmek, danışmanlık yapmak ve yardım etmenin” yılda 500 milyon dolara mal olacağını anlatıyordu.
Dempsey’in mektupta andığı diğer askeri seçenekler arasında kısıtlı saldırılarda bulunmak ya da uçuşa yasak bölge oluşturmak veya Suriye’nin içinde tampon bölgeler oluşturmak da vardı, ki Dempsey’e bakılırsa bunların hepsi ayda bir milyar dolarlık bir mali yük anlamına geliyordu.
Son seçenek olarak Şam’ın elindeki kimyasal silahları kontrol etmeyi anıyordu ABD’nin Genelkurmay Başkanı ve Suriye’deki kimyasal silahların kontrolünü ele geçirmenin binlerce askerin katılımı gerektireceğini ve milyarlarca dolarlık maliyeti olduğunu ekliyordu. Üstelik istenen sonucun yüzde 100’üne ulaşabileceklerinin garantisi olmadığı konusunda da uyarıyordu.
Suriye’deki politika değişikliğinin tek göstergesi bu mektup değil elbette. Artık ABD basınında dahi sık yazılmaya başlanan Suriyeli muhaliflerin bir türlü merkezi bir yapıya kavuşamaması, birlik olamaması ABD’yi Rusya’nın önerdiği İkinci Cenevre Konferansı’na doğru iten etkenlerden biri oldu. Rusya’nın tüm baskılara ve ısrarlara rağmen konferansa, Esad’ın iktidarı bırakacağına dair bir ibarenin eklenmesine razı olmayışı Suriyeli muhaliflerin tepkilerine neden olsa da, ABD’nin konferansa yeşil ışık yakmasına engel olamadı. ABD’nin, Türkiye’nin başını çektiği muhaliflerin birlikte hareket ederek merkezi bir yapı altında toplanacağı yönündeki düşünceden uzaklaşmaya başladığının ilk göstergesiydi bu. Nitekim ne muhaliflerin oluşturduğu konseyden desteğini çekti ne de Rusya’ya kapıları kapadı. Muhaliflerin kendi desteği olmadan Suriye’deki savaşı kısa sürede kaybedeceğini bilerek ama kendi desteğine rağmen muhaliflerin Esad rejimine karşı kesin bir başarı sağlayamama olasılığını kabul ederek davranmaya başladı. Obama bir yandan Cenevre Konferansı’na destek verirken bir yandan da muhaliflere silah satmak için Kongre’nin onayını aldı.
Dahası ve belki en önemlisi Suriye’deki muhalif gruplar içinde El Kaide ve Nusra Cephesi gibi ona yakın grupların giderek güçlendiğini fark etti. Bu aslında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın da hatırlattığı bir noktaydı. “Batı bedel ödeyecek” demişti Esad, bu yılın nisan ayında. Batılı devletlerin aralarında radikal İslamcıların da bulunduğu muhaliflere destek vermesinin sonuçlarının “pahalıya mal olacağını” söylerken bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgali sırasında ABD’nin İslamcılara verdiği desteği hatırlatmıştı. Taliban ve El-Kaide’nin bu desteğin sonucu ortaya çıktığını vurgulamıştı. Tehdit açıktı: Eğer radikal İslamcıları da içinde barındıran muhalifleri beslersen bir gün bu güç gelip seni vuracak.

İsrail-Filistin
Washington’un Ortadoğu’daki algısı sadece Suriye sorununda farklılık göstermedi. ABD, İsrail-Filistin sorununda yeni bir girişim de başlattı.
Bu girişimin ardındaki düşünce, İsrail ile Filistinliler arasında kalıcı barış sağlanmadan bölgenin huzura kavuşamayacağıydı.
ABD’nin hamlesi tarafları üç yıllık bir aradan sonra yeniden müzakere masasında buluşmaya ikna etmesiydi. En son yine ABD’nin çabasıyla 2010’da görüşme masasına oturan taraflar İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarını iskan politikasını yeniden devreye sokması üzerine hüsranla sonuçlanmıştı.
İşin doğrusu bugün de iyi niyetli olmak için bir neden yok. Batı Şeria topraklarının yaklaşık yüzde 60’ı Yahudi yerleşimcilerin kontrolünde ve İsrail’in Batı Şeria’da yerleşim birimleri kurmaya son vermeye niyeti olduğunu söylemek için neden yok, ki bu görüşmelerin baştan ölü doğması demek. Üstelik yeni girişime önayak olsa da ABD İsrail’e bu konuda baskı yapmıyor. Bunun nedeni de ABD’deki İsrail lobisinin gücü olsa gerek. Washington, bölgede çözüm istiyor ama üç yıl evvel Obama’nın girişiminin hayal kırıklığıyla sonuçlanmasının ardından ABD yönetiminin bir kez daha Yahudi lobisini karşısına almayı göze alması beklenemez. Dolayısıyla yeni girişim, bir tür dostlar alışverişte görsün mantığı içeriyor ama aynı zamanda ABD’nin sorunun böyle kalmasından duyduğu rahatsızlığı da anlatıyor ki bu rahatsızlık Ortadoğu’da değişen dengeler yüzünden giderek artacaktır. Galiba Obama yönetimi biraz da bunun farkında.

Mısır
Ve tabii tüm dünyanın yakından izlediği Mısır’daki gelişmeler de ABD için çok önemli. ABD Tahrir’i doldurarak Mübarek rejimini deviren kitleyi yok saymamış hatta henüz devrilmediği dönemde Mübarek’e iktidarı bırakma çağrılarında bulunmuştu. Ancak şimdi seçimle gelen Mursi’nin askerlerin desteğiyle iktidardan el çektirilmesinin ardından nasıl bir politika güdeceği konusunda bir ölçüde kararsız olduğu söylenebilir.
Washington her yıl Mısır’a 1 milyar 300 milyon dolarlık askeri yardım yapıyor, ancak bazı siyasetçilerin bu yardımın kesilmesini savunduğu da biliniyor.
Ayrıca Obama Hükümeti’nin Mısır’a yapılan yardımı tartışması da kaçınılmaz. Amerikan yasalarına göre, seçilmiş hükümetlerin askeri darbelerle indirildiği ülkelere yardımların kesilmesi gerek. Belki de bu nedenle, ABD’li yetkililer Mısır’da yaşananları “darbe” olarak tanımlamamaya özen gösterdi.
ABD’nin Mursi ve Müslüman Kardeşler hakkında ciddi çekinceleri olduğu da, Mursi’nin ABD’ye sempati duymadığı da malum. Ancak ABD 2012’de Mursi’nin kazandığı ve sonuçları tartışılan seçimleri tanıdığını söyleyerek Mursi karşıtlarını da küstürmüştü. Kararsızlık o zaman da kendini göstermişti. Washington kısa iktidarı boyunca Mursi ile işbirliği yapmak ve onu eleştirmek arasındaki doğru dengeyi bulamadı. Üstelik Mursi’nin devrilmesinden sonra elindeki Türkiye kozu da işlevini yitirdi. Müslüman Kardeşleri destekleyen Türkiye’nin ABD’nin Mısır’la kurulabileceği çıkar ilişkileri için önemi büyüktü.
Gerçi Türkiye ile Mısır arasında ticaret hacminin beş milyar doları geçtiği ve bu rakamın 3,7 milyar dolarının Türkiye’nin yaptığı ihracat olduğu göz önüne alınırsa sermayenin kendi ihtiyaçları için bir yol bulacağını ve iki ülkenin ilişkilerinin dağılmayacağı söylenebilir. Ama Türkiyeli yetkililerin açıklamalarına bakınca insanın ilişkilerin en azından bir süre sekteye uğrayacağını anlamaması da mümkün değil. Her ne olursa olsun siyasi beraberlik sona ermiş durumda ve ortak çıkarların ne zaman tekrar bu kadar kesişeceği belli değil. Bu da ABD’nin yakın zaman kadar bel bağladığı kozlarından birinin elinden gitmesi anlamına geliyor.
Kısacası, ABD’nin Ortadoğu politikaları bir evrim geçiriyor. Ve aslında Ortadoğu değişirken farklı olması da beklenemezdi. Bu değişikliklerin Ortadoğu’ya ne getireceğini, ABD’ye ne kazandıracağını şimdiden kestirmek mümkün değil. Görülebilen artık: ABD’nin uluslararası arenada mutlak güç olarak kabul edilmeyeceği bir dönemin geldiği. –Yüce YÖNEY

Bunu Paylaşın