IMF’siz de olur mu?

MDN İstanbul

Türkiye’nin IMF’ye başvuru yapma hakkı hep var. Bu hakkı ne zaman kullanacağına hükümet karar verecek. Görünen o ki, hükümet “bugün ihtiyacımız yok, gerektiği zaman kullanırız” diyerek IMF opsiyonunu elinde tutmaya kararlı. Pekiyi, ya sonrası

Türkiye’nin ekonomik gündeminden son bir buçuk yıldır düşmeyen tek olay Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılması düşünülen stand-by anlaşması oldu. Dolayısıyla da IMF ve Dünya Bankası’nın ekim ayı başında İstanbul’da gerçekleştireceği (1955 yılından sonra ikinci kez ev sahipliği yapılmış olacak) ve 13 bin civarında kişinin katılmasının beklendiği yıllık toplantılar büyük bir önem taşıyor. Çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yaklaşık 4-5 ay önce yaptığı bir açıklamada IMF ile görüşmelerin bu toplantılar öncesine yetiştirilmesini istemişti. Ancak gazetemizin baskıya girdiği günlerde de Başbakan Yardımcısı Ali Babacan IMF anlaşması ile ilgili adeta hükümet politikası haline gelen klasik açıklamalardan birini daha yapmıştı: “IMF ile görüşmeler sürüyor. IMF anlaşmasının önemi ekonomi açısından yadsınamaz ancak olmazsa olmaz da değil.” Yaklaşık 1.5 yıldır aynı doğrultuda gelen açıklamalardan artık piyasalar da sıkılmış olacak ki, IMF haberlerine tepki bile vermez hale geldiler. Keza iş dünyasının tepkilerinin de pek farklı olduğu söylenemez.
Peki geldiğimiz aşamada IMF’siz de olur mu? Türkiye elbette IMF’siz de yola devam edebilir. Özellikle de 1999-2008 arasında 10 yıla varan stand-by anlaşmaları döneminin verdiği bir yorgunluk söz konusu. Normal şartlarda Mayıs 2008’de anlaşma sona ererken küresel kriz olmasaydı yeni bir program gündeme bile gelmezdi. Ancak krizin etkisiyle şu zaman, bu zaman diyerek IMF ile program yapılacağı beklentisiyle 1.5 yılı geride bıraktık. Bu durum işe de yaradı. En azından finansal piyasalar yeni stand-by’ı birkaç kez satın aldılar. IMF’yi gündemden düşürmeyerek piyasaları ve ekonomide beklentileri ayakta tuttuk.
Ekim ayında Türkiye’nin bütçesi ve 2010 büyüklükleri belli oluyor. Hükümet Orta Vadeli Program’ı da gecikmeli açıkladı. Her şey geldi ekim ayının ilk yarısına yığıldı. Artık burada ne olacaksa olacak ya da olmayacağı açıklığa kavuşacak.

İhtiyaç yok söylemleri arttı
Açıklığa kavuşacak derken IMF ile yeni bir anlaşma yapılmayacağı ayan beyan açıklanmayacak. Bunun IMF tarafının yapması zor. Çünkü her an Türkiye’nin IMF’ye başvuru yapma hakkı var. Bu hakkını ne zaman kullanacağına ancak hükümet karar verir. Bu durumda açıklama gelse gelse Türkiye tarafından gelecek. Hükümet de görünür bir gelecekte IMF ile anlaşmaya gidilmeyeceğini açık ve net biçimde neden söylesin? Olsa olsa “bugün ihtiyacımız yok, gerektiği zaman yaparız” diyerek IMF opsiyonunu elinde bulunduracaktır.
Üstelik küresel krizin en zor dönemi geride bırakıldı. O dönemde anlaşma yapılmadı. Şimdi ekonomiyi yönetmek daha kolaylaştı, ihtiyacımız azaldı. Dolayısıyla IMF ile anlaşma gereği de azaldı. Koşullardaki bu değişim Merkez Bankası’nın söylemine de yansımış durumda. Bir dönem faizleri IMF ile anlaşma olasılığına göre indiren Merkez Bankası’nın son görüşü “artık anlaşma olmasa da olur” durumuna geldi. Başkan Durmuş Yılmaz bir soru üzerine “Kredi gereği azaldı, Türkiye IMF’siz de yapabilir” dedi. Gerçekten de yapabilir. Ancak bu durum gerçeğin tümünü yansıtmıyor.

Bedeli ağır olabilir
IMF’siz yola devam etmek mümkün de bunun bir bedeli var. Bu bedeli geçtiğimiz kriz döneminde “rekor küçülme” olarak ödedik. Ekonomi önce geçen yılın son çeyreğinde yüzde 6.2, sonra bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 13.8 daraldı. Yak›nda yılın ikinci çeyrek verileri açıklanacak. Yine çift haneli rakamlara yakın bir daralma bekleniyor. Bankacılığı sağlam, zehirli varlıkları olmayan, konut kredi krizi yaşamayan, yurtiçi yerleşiklerinin sağlam bir finansal pozisyon aldığı Türkiye’nin, reel ekonomisi dünyanın en çok daralma gösteren ülkeleri arasına giriyor. Dünyanın en yüksek daralma gösteren dördüncü ekonomisi Türkiye.
Türkiye ekonomisinin finansal tarafta önemli avantajları bulunmasına karşılık neden rekor daralmaya gittiğine üç ana neden gösterilebilir. Birincisi cari açığın etkisinin getirdiği daralma. Ya da ekonominin krize karşı iyi tepki göstermesinin bir sonucu. Cari açığı olanlar büyüyemez.
Diğeri bütçe açığının büyümesidir. Bütçe açığıyla da artık büyüme sağlanamaz. Açık artarken büyümede de rekor daralma yaşandı. Bir kez daha Türkiye’nin bütçe açığı vererek değil, aksine mali disiplini sağlayarak büyüyebileceği tescil edildi. IMF ile anlaşma olsaydı milli gelirin yüzde 6’sına çıkacak bir bütçe açığı verilmesine izin çıkmazdı. Bu durumda ‘açık yoksa büyüme var’ sonucu yürürlüğe girebilir, en azından ekonomi bu ölçüde daralma yaşamayabilirdi. Üçüncüsü hükümetin ne yapacağını belli etmemesi ve beklentileri iyi yönetememesidir. Kriz döneminde IMF ile anlaşma tam da hükümetin ne yapacağına iyi bir örnek ve beklentileri yönetmede etkili bir yöntemdi. Küresel krizin geldiği aşamada kredi ihtiyacımız azaldı. Ama hükümetin ne yapacağı henüz net değil. Orta Vadeli Program’ın bu ihtiyacın ne kadarını karşılayabileceğini göreceğiz. Ama bunun da ötesinde hükümetin yapacaklarının veya yapamayacaklarının güvencesi de bir dış denetimdir. Yoksa işler IMF’siz de yürür ama yarım yamalak. En azından şimdiye kadar ve bu hükümet döneminde de böyle oldu. Bütün bunlar da eninde sonunda büyümeye yansır.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın